Sovyet askerleri 18 Mayıs 1944 gecesi geç bir vakitte tüfekleriyle kapımızı kırıp içeri girdiler. Annem uyku sersemliği içinde elinde lâmba ile duruyordu.
Askerin biri annemin elindeki lâmbayı aldı ve tüfeği ile annemi yere yıktı, aynı zamanda "Sizi buradan atacağız, her şeyinizi burada bırakacaksınız, hiç birşey almayacaksınız" diye bağırıyordu. Daha sonra hepimizi toplayıp istasyona götürdüler. Bütün milleti oraya toplamışlardı. Bir zaman sonra bizleri vagonlara doldurup Özbekistan'a götürdüler. Giderken yolda ölenleri dışarı atıyorlardı. Hepimiz hem çok hasta idik, hem de bitlenmiştik. Bizi Taşkent Oblastı'nda bir köye götürdüler. Burada barakalarda yaşamaya başladık. 5-6 aile bir barakada kalıyorduk. Her köşede bir aile duruyordu. Açlıktan insanlar şişip şişip ölüyordu. Babam ölenleri gömmek için adam bulamıyordu. Çok uzun zaman öyle süründük. Millî meselelerle uğraşmaya 1964 yılında başladım. Gizli gizli toplanıyorduk. Sonra Kırım'a dönebilmek için, Moskova'ya gidilmeye başlandı.
Biz 1966 senesi Krasnodar'a göçtük. 1969'a kadar orada yaşadık. 1968'de halk vekili olarak Moskova'ya gittik. Moskova'da Altay Oteli'nden bizim 600-700 adamımızı döverek çıkardılar. Herkesin pasaportlarına göre yazdıkları yere götürüp bıraktılar. Sonra "Ukaz" (1967 Kararnamesi) yayınlandı.
Biz de Kırım'ın Karasubazar Cemrek (Kizilovka) köyünden ev aldık. Kendi memleketimiz olan Aluşta'ya bizi sokmadılar. Fakat daha eşyalarımızı bile boşaltmadan polis geldi ve "Çıkın, gidin" dedi. Protokol yazarak bu protokole imza atmamızı istedi. Biz imzalamayınca bize hücum ettiler ve dövdüler. Üç ay beş çocuğumla birlikte propiskasız (ikâmet izni olmaksızın) kendi getirdiğimiz ekmeği yiyerek yaşadık.
Bir gece yarısı bahçede bir ses duydum ve kalkıp baktım. Bir metre aralıkla 15-20 adam ellerinde ikişer metre sopayla evimizin etrafını sarmışlardı. Birazdan içlerinden biri kapıya vurdu. Ben "Ya sen kimsin, gecenin bu vakitsiz saatinde" deyince "Kapıyı açın ben hükümet adamıyım sizin işiniz için geldim" diye cevap verdiler. Ben de "Benim işim için geldiysen gündüz gel" dedim ve kapıyı açmadım. Bunun üzerine kapıyı kırarak içeriye girdiler, kocamın ağzını mendille tıkayıp ellerini bağladılar ve bahçeye getirdikleri otobüse attılar. Bana "Hemen Kırım'dan çıkacaksınız" dedikleri zaman ben de "Hayır bizi çıkartamazsınız" dediğim için çok sinirlendiler. Benim de ağzıma bir mendil soktular, çenemi sıktılar, ellerimi arkama bükerek sürükleye sürükleye evden çıkarıp bahçede kocamı koydukları otobüse kaldırıp attılar.
Hiç bir şeyden habersiz hâlâ uyumakta olan çocuklarımın üstüne kovayla soğuk su döktüler ve onları da üslerindeki pijamalarla otobüsün içine attılar. Bizi Nijnegorskiy rayonuna götürüp bir vagona koydular ve Kırım'ın dışında bir çöle attılar. Üstümüzdeki pijamalardan başka hiç bir şeyimiz yoktu. Çocuklarıma ağladığımı göstermeden onları toparlayıp iki gün sonra Kırım'a döndüm. Kırım'a gelince arabadan inerken basımdaki örtüyü çekip aldım ve "Ura pobeda za nami" (zafer bizimdir) diye bağırdım. Bütün köy halkı halimize şaşkınlıkla bakıyordu. Onlar 1944 sürgününde olduğu gibi ancak 25 yıl sonra döneriz sanıyorlardı.
Evimize geldiğimiz zaman bir de baktık ki, her şeyimizi almışlar ve evi tamamen boşaltmışlar. On-onbeş koyunumuz, biraz da buğdayımız vardı. Hepsini hükümete vermişler. Naçalnik Patitsa'ya gittim ve malımı, evimin eşyasını verin dedim. Onlar da Kırım'dan çıkıp gideceğimize dair protokol imzalamamızın şart olduğunu bildirdiler. Benim "Hayır 1944 yılında atalarım evlerini, mallarını mülklerini bırakıp gittiler. Benim de malımı, mülkümü bırakırım ama, sizinle protokol imzalamam" diye cevap vermemle birlikte bana hücum ettiler ve 15 gün hapsedeceklerini söylediler. Ben "Peki beni hapsedin ama yemeğe ekmeğim yok, hiç olmazsa 200 gram ekmek verin" dedim. Fakat sözümden dönmedim ve beni vatanımdan atmalarına izin vermedim. Evimize döndüğüm zaman ise bütün pencere ve kapıların tahtalarla çivilendiğini gördüm. Baltayla bütün tahtaları sökerek beş çocuğumla eve girip yaşamaya başladım. Evde hiç eşya yoktu ve biz kuru yerde yatıyorduk. Her gün hükümet adamları geliyor ve çıkıp gidin diye bizi hırpalıyorlardı. Bunun üzerine gündüz çocuklarımı toplayıp dağlara çıkıyor, akşam da eve dönüp kuru toprakta yatıyordum. Böylece altı ay geçti. Bir gün yine 20-30 tane polis geldi ve bizi Kırım'ın dışına attılar. 2 gün sonra Kırım'a döndüğümde evime başka ailelerin yerleştirildiğini gördüm. Girecek yer bulamadım ve beş çocuğumla beraber büyük Krasnodar'daki Temrük rayonunda bulunan büyük Mirmi kolhozuna yerleştim. Orada 2 yıl kaldım.
Bizi Kırım'dan ilk çıkarıp attıkları sırada çocuklarımın üzerine soğuk su döktükleri zaman dördüncü oğlum çok korkmuştu. Geceleri uyuduğu yerden fırlayıp kalkıyor ve dışarı kaçıyordu. Bir gece yine korkuyla fırladı, yorganını başına sararak "Kaçın anne, polisler geliyor, Kırım'dan çıkarıyorlar, herkese vuruyorlar, vurdukları adamlar ölüyor. Bakın şimdi de beni sürüklemeye başladılar." diye bağıra bağıra öldü. Herhalde Azrail ona polis gibi görünmüştü. Çocuğumu mecburen oturduğum köye gömdüm.
1973 yılının Aralık ayında Üçköz köyünden ev alıp, partizanlar gibi gecenin dördünde bu eve yerleştim. Sabahleyin polisler gelip bir hafta içinde protokol imzalamamı emrettiler. Fakat ben yine karşı çıkarak "Hiç uğraşmayın, bir çocuğumu kaybettim, dördünü de kaybederim. Kendimi de yok ederim. Beni Kırım'dan canlı çıkaramazsınız ancak ölümü çıkarabilirsiniz" dedim.
Bana yapılan bu zulmü görenler, Andrey Dmitriyeviç Saharov'la görüşmemin iyi olacağını söylediler. Ben de Saharov'a gittim. Saharov beni çok iyi karşıladı. Ona başıma gelenleri anlatınca, O başını iki elinin arasında alıp saklayarak ağlar gibi oldu. "Halklar ne kadar zor bir zamanda yaşıyorlar" dedi. Sonra Moskova'ya bizim durumumuzu anlatan dilekçeler yazdı. Ondan sonra merkezi hükümet bana çok sıkıntılı günler yaşattı. "Sen Saharov'a nasıl ulaştın? Niçin gittin?" diye çok zulmettiler.
Neyse şimdilerde sulh oldu da biraz daha rahat yaşamaya başladık.
Anlatan : Veciye KAŞKA - Hazırlayan: Dr. Zuhal YÜKSEL
Emel Dergisi , Sayı: 199 Kasım - Aralık 1993, Sf. 28